Havva'nın masum bir elmayı dişlemesiyle, Adem'le birlikte dünyaya gönderilmesi midir aşk? Yoksa elmaya yüklenen günahların bedelini ödemek mi? Ya da elmaya büyü yapan büyücüyü mü suçlamalıyız?
Suçlamak... Aşkın çılgın ritmiyle coşan yüreğin sızım sızım sızlaması mı suçtur, yoksa o acıdan alınan doyumsuz keyif mi? Hangi duygu can yakarken, çılgın şelaleler alıp götürür uçsuz bucaksız hülyalara?
Dudaklara dua, yaşama sonsuz renk katan, şarkılara şiir, romanların her satırına konu olan, savaşlar çıkartıp liderler düşüren, öncesiz-sonrasız, seçeneksiz hangi duygu bu kadar deli olabilir?
Aşk kavuşulmayandır! Acı-tatlı hatıralar boğazında düğümlendiğinde iliklerine kadar ıslanmak, hayaller düşlerinde dans ederken, kıvranmaktır ıssız gecenin koynunda. Kolların sırılsıklam yalnızlığı sardığında, titremektir ayazında. Bir efsanenin arkasından daldığında gözlerin, kayboluşlardaki gizemi keşfetmektir belki. Bahar çiçeklerinin
arılarla öpüşmesini kıskanmaktır bazen. Aklını alan delilikten caymamaktır çoğu zaman...
Mecnun Leyla'ya, Kerem Aslı'ya kavuşsaydı adı aşk olabilir miydi? Büyük efsanelerin tarihe kazınmasının nedeni sevdalı tenlerin buluşamaması değil midir? Bizleri o aşklara özendiren hazin ayrılıklardır aslında. Her şeye rağmen, sonu ne olursa olsun, yaşamın kendisidir aşk. Özlem acıtsa da anılar kuytu köşelerde sırrını saklarken, dudaklarda gülümsemedir, siluetlerin gölgesinde...