Kafka ve Lorca gibi yazarlar vardır ki yaşamları, ölümleri ve eserleriyle 'aziz' konumuna erişmiştir. Stig Dagerman da bu yazarlardan. Paul Binding
46 yılının sonbaharında İsveç gazetesi Expressen, Nazilerin yenilgisinin ardından Almanya'daki hayatı gözlemlemek üzere ünlü yazar Stig Dagerman'ı görevlendirir. Savaş sonrası gerçekleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bu yazılar daha sonra Alman Sonbaharı adlı kitapta toplanıp çok geçmeden türünde bir klasik haline gelir. Çünkü Dagerman, romancılığının ve oyun yazarlığının yanı sıra birinci sınıf bir şairdir.
Gelgelelim bu sıfatlar da Stig Dagerman'ın sanatını tanımlamakta yetersiz kalır. Benzersiz gözlem gücü bir yana, asla ödün vermediği ahlaki konumuyla bilenmiş bir duyarlılıktır onunki... Zira müttefik yabancı gazeteciler ve entelektüeller Alman halkının başına gelen felaketi hak ettiği inancına sahipken, Dagerman ısrarla savaşın harap ettiği kadınların, erkeklerin ve çocukların insanlığına -onların suçluluk psikolojisine, çektikleri acılara ve umutsuzluğuna- vurgu yapar.
Henüz 31 yaşındayken kendi elleriyle hayatına son veren Dagerman'ın adına bir edebiyat ödülü konmuş ve bu ödüle 1997'de Yaşar Kemal değer görülmüştür. Jelinek'ten W. B. Sebald'e, Le Clézio'dan Graham Greene'e birçok saygın yazarı derinden etkileyen Stig Dagerman, özlü bir insaniyet dersi verdiği Alman Sonbaharı'yla ilk kez Türkiyeli okurlarla buluşuyor.
Dagerman olağanüstü bir nesnellikle yazıyor. Duygusal ifadelerdense seçtiği olguları kullanıp, bunları birer tuğla gibi örerek inşa ediyor duygusunu. -Graham Greene