İnsanoğlu yüzlerce yıl kayırmacılık faaliyetlerinde bulundu. Ancak bu faaliyetlerin birey ve toplumun sosyal gelişimi üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkileri fark edemedi. Kayırmacı alt kültürü ile yetişen bireyler kendini geliştirme ve gerçekleştirme noktasında muhtaçlık sendromundan kurtulamadılar. Kayırmacı faaliyetlerle yoğrulmuş toplumlarda ise toplumsal düzeni ayakta tutan ve hukukun temel dinamiklerinden olan eşitlik ve adalet prensipleri yara aldı. Tüm bu etkilerden toplumsal kurumlar da nasibini aldı. Özellikle kamu hizmeti gören örgütler, kayırmacı eylemlerin odak noktaları haline geldiler. Böylece yozlaşmış bir kamu kültürü oluştu. Ancak, bireylerin bu kültürün bir parçası olması, oluşan kültürün illegal yapısını gölgeledi. Yönetimbilimciler, bu illegaliteyi çözümleyebilmek için etikbilimcilerin çalışmalarından yararlanmak zorunda kaldılar. Özellikle araç-gereç, personel, maddi ve manevi olanaklar yönünden disipline edilmiş kurumlarda meydana gelen kırılmalar ve aksaklıklar, etik olmayan davranışların ve bilhassa -kayırmacılığın- önemini gözler önüne serdi. Kayırmacılık, anlaşılmaya çalışıldı. Ancak, bu eyleme yönelik toplumsal kabulleniş, eylemin hukuki olmayan yönünü perdeledi. Kayırmacılığa taraf olma zorunluluğu, eylemin tenkit konusu olmasına dahi izin vermedi. Herşeye rağmen, bu gayrı muayyen fiil, uygulayıcılar ve izleyiciler tarafından bilindi. Fiili gözlemleyen kişiler, davranışın karakteristiğindeki rahatsız edici yanları sezinlediler. Ancak birçok izleyici, daha önceden bu fiilin tarafı olmayı kabul ettiğinden veya saf çıkarcı duyguların esaretinden kurtulamayıp, kazanılmış statülerini kaybetmek istemediklerinden dolayı bu eylemin icrasını durdurmak istemediler. Eylemin ispat yükünün ağır olması da tepkisizliğin bir başka nedeniydi. En kötüsü de hukuksuz ve etik olmayan bu fiilin; kayıran, kayrılan ve destekleyenlerden oluşan organize bir örgüt tarafından kurgulanması ve daha sonra icra edilmesiydi. Kimi zaman roller faaliyetin lideri olan kayıran kişi tarafından dağıtıldı, kimi zaman ise alışılageldik bir doğaçlama, örgüt üyeleri tarafından uygulandı. Uygun koşullarda beslenen eylem, bu eyleme tepki göstermeyen diğer gruplar tarafından desteklendi. Böylece, tepkisizlikle yücelen kayırmacılık, yüzlerce yıl değişik şekillerde evrilerek günümüze kadar geldi. Ancak bireye ve topluma verdiği zararlar o denli göze battı ki, bu eylem, etik dışı platforma taşınmak zorunda kaldı. Tam da bu noktada kayırmacılıkla mücadele yöntemleri devreye girdi. Ancak kimse, bu mücadelede nereden başlayacağını bilmiyordu