Yıllardır aynı toprağın ekmeğini yiyen, aynı denizin suyunda ıslanan, aynı türküleri söyleyen iki milletin kardeşliği sadece bir ömür önce aynı vatana sığamadı. Doğup büyüdükleri topraklardan koparılan insanlar evlerinden, sevdiklerinden, dostlarından, umutlarından oldu.
Eleni ve Enver'in aşkı mümkünsüzdü. İster savaşta, ister barışta. Mümkünsüz. İnsanları kadar gelecekleri de düşmandı bu aşka. Birlikte bir gelecek umut etmeden önce, ekilen kin tohumlarını, farklılıkların altını çizen savaş boyalarını, kardeşi düşman eden hırsları vatanından söküp atmalıydı Enver. O güne dek kalbi hasretle karalar bağlayacak; bahtı kara, sevdası kara, gözü kara bu yiğit, ölüme yürürken Kara Zeybek diye nam salacaktı. Eleni, iki halkın ortak önyargılarıyla savaşarak bekleyecekti Enver'i.
Denizin öte yakasında yaşayan Mehmet ve Fidan'ın büyük aşkının geleceği ise kör bir kuyunun dibindeydi. Ne bir umudu vardı Mehmet'in ne de hayali...
Tek kurtuluşu onu peşinden sürükleyecek bir hayaletti belki.
Birinci Dünya Savaşı sonrası halkları birbirine düşüren işgaller iki ülkeyi, iki milleti, sayısız canı yerle bir etti. Ne dostluk, ne aşk, ne birlik bildi. Mağlubu, yitirilen kardeşçe bir gelecekken, galibi, acımasız kaderdi.