Felsefe denilince akla son derece soyut ve metafizik unsurlardan oluşan bir disiplin akla gelir. Gerçekten de felsefe bu özelliklerini tarih boyunca korumuştur. Felsefe öte yandan insanı ve toplumu ilgilendiren sorunlarından hem etkilenmiş hem de bu sorunları -belli bir ölçüde de olsa- etkilemiştir. Bilimden teknolojik gelişime, sanattan sosyal ve kültürel tavır alışlarımıza kadar uzanan çok geniş bir alanda karşılaşılabilecek bireysel ve toplumsal sorunların tanımlanmasında ve çözüm yollarının bulunmasında felsefenin katkısı gözardı edilemez. Bu özellik felsefenin aynı zamanda insan yaşamının ayrılmaz bir parçası olduğunun bir göstergesidir. Felsefe bu sayede binlerce yıldır varlığını sürdürebilmiştir. Pozitivizm ise 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış, bilgi çağı olarak adlandırılan günümüz düşüncesinin oluşmasında etkin bir rol üstlenmiş felsefi bir akımdır. Çağımızı karakterize eden kültürel, sosyal, bireysel olayların ve sorunların kavranmasında, tanımlanmasında ve bunlara bir ölçüde çözüm üretilmesinde pozitivizm bir kenara bırakılması söz konusu olamaz. Pozitivizm, 20. yüzyıl biliminde yaşanan dönüşümün ürünüdür; bu dönüşümden etkilenmiş ve zaman içinde onu etkilemiştir.
Bu sebeple pozitivizmle ilgili tartışmaları sadece felsefi bir problem olarak görmemek, onun entelektüel çekiciliğinin boyutlarını ve sonuçlarını doğru yorumlamak gerekir.