Proust'un sonsuz bir döngü olan romanının özünde ne vardı? Geçmişi arayış mı? Gerçeği arayış mı? Yoksa bu ikisinin de kurucusu olan Anne'yi arayış mı? Michel Schneider'e göre, Proust büyük yapıtını ancak annesinin ölümünden sonra yazabilmişti, hem Anne'ye ulaşmak hem de Anne'yi aşmak için.
Proust'un yazar oluşu, Anne'nin öpücüğünün, o ölüm siperinin, sevgi putunun çevresinde gelişir. Annesinden gelecek olan ve annesinin içinde bulunan, o olmazsa olmaz şeyin.
Kayıp Zamanın İzinde en nihayetinde Anne'ye asla söylenemeyeceklerin, onun yokluğunda, ona yönelerek dile gelmesidir; çünkü edebiyat her şeyden önce Proust'la Anne arasındaki derin ve kopmaz bağdır.
Proust için yazmak, Anne'yi capcanlı ve sıcacık biçimde yanında tutma, ona eskiden söylediği sözleri yeniden söyleme girişimi olacaktır: Yazıda egemenlik altına alınan varlık, o eksikliğin yerini alan, geri dönen -aslında, anımsanan- öpücük. Ardından, tüm Kayıp Zamanın İzinde, o kayıp öpücüğü, Anne'den ayrılmayı, adeta ölü bir çocuğun ayaklarına benzeyen soğuk ayaklarını Anne gelip ısıtana dek oğulun yaşadığı bitmek tükenmek bilmeyen bekleyişi içerir.